Ankara'da yaşıyorsanız ve tatil için kısıtlı zamanınız varsa o zamanı nasıl değerlendireceğiniz konusunda oldukça kafa yorarsınız. Zaman dardır, tatil bölgelerine uzaktır ve zaten denizi(!)de yoktur. Bu durumda size yapacak tek şey kalır; en kısa sürede, az maliyetle gezip görülecek neresi vardır acaba diye.
Siz bunları düşünüp dururken komşunuz Eskişehir size göz kırpar. Ve işte... O dur sizin aradığınız.
Yapılacak şey de çok basittir aslında. Gidip hızlı tren biletinizi almak. Her ne kadar hızlı trene gidiş, Eskişehir'e varmaktan daha uzun sürse de göz açıp kapayana kadar 240 km hızla Eskişehir merkezde bulursunuz kendinizi.
Genelde tüm Eskişehir gezileri Doktorlar caddesinden başlar. Bu yoldan Porsuk çayına ulaşmanız fazla zamanınızı almaz. Ve masal da burda başlar. Yolu ikiye bölen ve pek nadir karşılaşılabilecek bir görüntü karşılar sizi... Venedik havasını, oraya gitmeden de almış olursunuz. Porsuk çayı kenarında bulunan kafelerde kahvaltınızı yaparken, Ankara'da bu güzellik neden yok ki diye hayıflanırsınız birazda. O da Eskişehir'in Başkent'i kıskandırmak için yaptığı cilve gibidir aslında..
Gidilip görülecek o kadar çok yer vardır ki, nerden başlayacağınızı bilemezsiniz. Nerden başlasak... Nerden başlasak diye düşünüp dururken bir bakmışsınız Odunpazarı'nın insanın içini ısıtan tarihi evlerinin önündesinizdir. Ve yürüyüş başlar. Evlerin can alıcı renklerine, çiçek sarkan pencerelerine bakarken Lületaşı Müzesi karşınıza çıkar. Bir madenin hem bu kadar sert hemde bir o kadar kolay işlenebilir olması şaşırtır sizi. İşlenen her bir lületaşını hayranlıkla inceler, içinde bulunduğunuz otantik müzenin keyfini çıkartırsınız.
Cam Atölyeside hemen yanıbaşındadır. Eğer şansınız varsa cam üfleme ustalarının çalışmalarını da izleyebilirsiniz. Cam atölyesinden çıkıp az ilerdeki Cam Sanatları Müzesi'ni gezmeden olmaz ama... Tüm eserleri dikkatle incelemeye koyulursunuz. Avluya çıkıp başınızı kaldırdığınızda göz kamaştıran cam avizeyi görürsünüz. Bu ustalık eserini ve bulunduğunuz ortamı hayranlıkla izlersiniz. Müzeden çıktıktan sonra, gizli saklı bahçeleri olan, içinden dingin müzikleriyle butik oteller karşılar sizi. Zamanınız kısıtlı olmasa saatlerce yeşilliğin içinde hafif müzik eşliğinde dinlenebilirsiniz. Fakat daha gezilip görülecek bir sürü yer vardır ve sizi beklemektedir.
Eskişehir'in son yıllarda kazandığı belki de en güzel mekanlardan birisi Sazova, merkezin biraz uzağında sizi beklemektedir. Merkezde başlayan masal; göleti, şatosu, korsan gemisiyle sizi iyiden iyiye sarmaya başlar. Disney filmleri setinde gibisinizdir o anda. Türkiye'deki önemli mimari eserlerden esinlenerek hazırlanan şato şimdilik içerisine misafir kabul edememektedir. Ama bu da bir kez daha gitmenize vesile olabilir. Az ilerdeki korsan gemisi ise kendinizi masalın içinde hissetmenize yol açabilir. Güvertesiyle, kamaralarıyla, mahzeniyle ve korsanıyla tıpkı filmlerdeki gibidir. Ve bu masal adasından ayrılırken gözünüz hep biraz arkada kalır...
Eğer ki şanslıysanız, Eskişehirden ayrılmadan önce Porsuk çayı üzerinde uygun ücretlerle kısa turlar atabilirsiniz. En önemlisi de çiböreğidir Eskişehir'in. Çiğ börek mi, yoksa çibörek mi olduğu konusunda hala fikirler öne sürülse de lezzetini tattıktan sonra bu tartışmaların artık çok dışındasınızdır.
Eskişehir'e ayrı bir güzellik katansa şüphesiz şehri kaplayan heykellerdir. Hemen her caddede estetik
açıdan göz kamaştıran heykellerle süslenmiştir. Burnunuza buram buram medeniyet kokuları gelir bu caddelerde dolaşırken. Sanatla içiçe bir şehirde olduğunuz ve buna bir gün de olsa şahit olduğunuz için şanslı hissedersiniz kendinizi.
Akşam olup, Eskişehir'den ayrılma vakti geldiğinde ise aslında geçirdiğiniz koca günün size yetmediğini anlarsınız. Çünkü daha gezilip görülecek yerler, içinde kaybolunacak sokakları vardır. Trene bindiğinizde taptaze anılar sizlere yol arkadaşlığı edecektir.
Ve unutulmamalıdır.. Her yol Porsuk'a çıkmaktadır... ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder