Devlet Tiyatroları'nda tam da aradığımız oyunları bulamıyoruz derken Satıcının Ölümü ile karşılaştık.
Geçtiğimiz pazar Çayyolu Cüneyt Gökçer Sahnesi'nde izlediğimiz oyun bu sezon akılda kalacak oyunlardan birisi oldu bile şimdiden.
Arthur MİLLER tarafından yazılan oyunda 2. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan ekonomik değişimler ve geçmişle şimdi arasında kalan satıcı Willy'nin ve ailesinin başından geçenler trajik bir biçimde sunuluyor.
Genelde oyunlara konularına, esere göre giderken bu oyuna mahsus oyuncu kadrosu için gittiğimizi itiraf etmeliyim.
Söz oyunculara gelmişken listeye yakından bakalım.
Başrolde Erdal KÜÇÜKKÖMÜRCÜ (Willy Loman) yer alıyor. Tek başına oyunda lokomotif görevindeydi. Diğer oyuncularda Devlet Tiyatrolarının başarılı isimlerinden olunca tadına doyulmaz, sizi sürükleyen bir oyun sahnelenmiş oldu.
Buğra KOÇTEPE (Biff Loman ), Kutay SUNGAR (Happy Loman ), Şahap SAYILGAN(Charley), Gülçin YAŞAROĞLU (Linda Loman) oyunda yer alan başarılı isimlerdendi.
Buğra KOÇTEPE yine -deyim yerindeyse- oyunculuğunu konuşturdu. Sezonda birden fazla oyunda yer almasına rağmen tüm oyunlarındaki performansı göz doldurucu oluyor her seferinde.
Kutay SUNGAR ise hala aklımda Genç Osman olarak kalıyor. Genç Osman'daki muhteşem oyunculuğu uzun yıllar akıllarda kalacak gibi de gözüküyor.
Oyunun bir diğer dikkat çeken yanı da müzikleri ve dekoru. Müzikler Can ATİLLA imzası taşırken dekor da devlet tiyatrosunun bu konuda geldiği yeri gösteriyor. Küçük bir alanda birden fazla mekan olgusu oluşturmak kolay olmasa gerek. Satıcının Ölümü oyunundaysa başarıyla ortaya konulmuştu.
Gelecek sezon oyuna programda yer verilir mi bilemiyorum. Bu sebeple tiyatro severler için kaçırılmaz bir alternatif olabilir. İyi seyirler...
KiaNa'dan NotLaR
17 Şubat 2015 Salı
13 Şubat 2015 Cuma
PAZAR GÜNÜ GEZİSİ: ANKARA RESİM - HEYKEL MÜZESİ
Hafta sonlarını sanatla geçirmek için Ankara'daki en uygun yerlerden birisidir Resim Heykel Müzesi.
Ulus'ta bulunan görkemli binasıyla karşılıyor sizi. Müzenin çevresindeki çarpık yapılaşmaya bakınca, binayı gördüğünüzde içiniz açılıyor ve hemen fotoğrafını çekerek bu güzel mimariyi anılarınıza katıyorsunuz.
Belirtmek isterim ki müzeye giriş ücretsiz. Yani müze kart vs. ihtiyacınız bu müzede olmuyor. Girişte çift merdivenli bir giriş karşılıyor sizi. Daha oracıkta önemli tablolar dizilmiş oluyor yolunuza. Yukarı çıkıp sol bölümden gezi başlıyor. (Bu arada sürekli güvenlik görevlileri bulunuyor. Bunu sebebi rutin iş sebebiyle ya da geçtiğimiz yıllarda gündeme gelen çalınan eserler olayıyla da ilgisi olabilir)
Solda girdimiz ilk bölüm Türk müzeciliğinin ve resminin önde gelen ismi Osman Hamdi BEY'e ithaf olunmuş. Sergi alanında ressamın önemli tablolarından "Silah Taciri"nin orijinalini görebilirsiniz.
Burada ki geziyi tamamlayıp orta bölümlere girdiğinizde Türk hat sanatı eserlerinin olduğu bölümü görüyorsunuz. Ben bazı oyma-kakma ve hat eserlerini hayranlıkla izledim. Fotoğraflarını da çektim fakat hiçbiri gözle görüldüğü gibi etki yaratmıyor.
Müzede gezerken ara ara heykel sanatçılarının da eserlerine yer verilmiş. Bana göre bu az bir oranda kalmış. Daha çok heykel eseri görmeyi dilerdim. Zamanla belki koleksiyona katılacaktır.
Koridorun karşısında Şark Odası yüksek tavanlı, işlemeli detayları ve mobilyalarıyla karşınıza çıkıyor. Burada Atatürk'ün de zamanında kullanmış olduğu eşyalara yer verilmiş. Mobilyalar, eserler, ortam tam da sizi o yaşanmışlığın içine çekiveriyor.
Gezimize aşağıdaki salonlarla devam ediyoruz. Bu arada ara ara heykeller de bulunuyor. Duvarlarda da sık sık tablolara yer verilmiş. Müze sadece sergi salonlarından ibaret değil, kafanızı nereye çevirseniz bir eserle karşılaşıyorsunuz.
Sergide Cumhuriyet döneminin önemli ressamlarından Fikret MUALLA, İbrahim ÇALLI, Hikmet ONAT gibi isimlerin eserlerini gözlemleyebiliyorsunuz.
Sergi salonlarında konukların eserleri gezerken dinlenebilmesi için özel tasarım sedirler dizayn edilmiş. Müze ile bütünlük sağlayan bu tasarım koltuklarda dinlenirken eserler hakkında da paylaşımlarda bulunmaya zaman ayırabiliyorsunuz.
İstanbul Arkeoloji Müzesini görünce İstanbul'da olduğu için açıkçası biraz kıskanmıştım. Her ne kadar farklı amaçlara hizmet eden iki müze olsa da Resim Heykel Müzesi de Ankara'da olduğu için bir o kadar gururlandım. Müzenin daha boş olabileceğini düşünmüşken - özellikle çocukların olması- beni oldukça mutlu etti. Tabi ki müze gezme, eser inceleme kültürü olmayan kişiler de bulunuyor müzede. Neyse ki güvenlik görevlileri kendilerini hemen uyarıyorlar.
Müzeleri, sanat eserlerini seviyorsanız Ankara Resim Heykel Müzesi'ne en az 3 saatinizi ayırarak detaylı gezebilirsiniz.
Eğer erken saatte gittiyseniz hemen yanında bulunan Etnoğrafya Müzesi'ni de gezmeye zamanınız yetecektir. Eğer açıksa sakin bahçesinde bulunan kafede bir çay da içebilirsiniz. İyi gezmeler...
Belirtmek isterim ki müzeye giriş ücretsiz. Yani müze kart vs. ihtiyacınız bu müzede olmuyor. Girişte çift merdivenli bir giriş karşılıyor sizi. Daha oracıkta önemli tablolar dizilmiş oluyor yolunuza. Yukarı çıkıp sol bölümden gezi başlıyor. (Bu arada sürekli güvenlik görevlileri bulunuyor. Bunu sebebi rutin iş sebebiyle ya da geçtiğimiz yıllarda gündeme gelen çalınan eserler olayıyla da ilgisi olabilir)
Solda girdimiz ilk bölüm Türk müzeciliğinin ve resminin önde gelen ismi Osman Hamdi BEY'e ithaf olunmuş. Sergi alanında ressamın önemli tablolarından "Silah Taciri"nin orijinalini görebilirsiniz.
Burada ki geziyi tamamlayıp orta bölümlere girdiğinizde Türk hat sanatı eserlerinin olduğu bölümü görüyorsunuz. Ben bazı oyma-kakma ve hat eserlerini hayranlıkla izledim. Fotoğraflarını da çektim fakat hiçbiri gözle görüldüğü gibi etki yaratmıyor.
Müzede gezerken ara ara heykel sanatçılarının da eserlerine yer verilmiş. Bana göre bu az bir oranda kalmış. Daha çok heykel eseri görmeyi dilerdim. Zamanla belki koleksiyona katılacaktır.
Koridorun karşısında Şark Odası yüksek tavanlı, işlemeli detayları ve mobilyalarıyla karşınıza çıkıyor. Burada Atatürk'ün de zamanında kullanmış olduğu eşyalara yer verilmiş. Mobilyalar, eserler, ortam tam da sizi o yaşanmışlığın içine çekiveriyor.
Gezimize aşağıdaki salonlarla devam ediyoruz. Bu arada ara ara heykeller de bulunuyor. Duvarlarda da sık sık tablolara yer verilmiş. Müze sadece sergi salonlarından ibaret değil, kafanızı nereye çevirseniz bir eserle karşılaşıyorsunuz.
Sergide Cumhuriyet döneminin önemli ressamlarından Fikret MUALLA, İbrahim ÇALLI, Hikmet ONAT gibi isimlerin eserlerini gözlemleyebiliyorsunuz.
Sergi salonlarında konukların eserleri gezerken dinlenebilmesi için özel tasarım sedirler dizayn edilmiş. Müze ile bütünlük sağlayan bu tasarım koltuklarda dinlenirken eserler hakkında da paylaşımlarda bulunmaya zaman ayırabiliyorsunuz.
İstanbul Arkeoloji Müzesini görünce İstanbul'da olduğu için açıkçası biraz kıskanmıştım. Her ne kadar farklı amaçlara hizmet eden iki müze olsa da Resim Heykel Müzesi de Ankara'da olduğu için bir o kadar gururlandım. Müzenin daha boş olabileceğini düşünmüşken - özellikle çocukların olması- beni oldukça mutlu etti. Tabi ki müze gezme, eser inceleme kültürü olmayan kişiler de bulunuyor müzede. Neyse ki güvenlik görevlileri kendilerini hemen uyarıyorlar.
Müzeleri, sanat eserlerini seviyorsanız Ankara Resim Heykel Müzesi'ne en az 3 saatinizi ayırarak detaylı gezebilirsiniz.
Eğer erken saatte gittiyseniz hemen yanında bulunan Etnoğrafya Müzesi'ni de gezmeye zamanınız yetecektir. Eğer açıksa sakin bahçesinde bulunan kafede bir çay da içebilirsiniz. İyi gezmeler...
11 Şubat 2015 Çarşamba
D&R KİTAP ALIŞVERİŞİM
Bir süredir internetten kitap alışverişi yapmamıştım. Ya elimin altındaki kitapları okudum ya da kitabevi ziyaretlerimde aldım.
Ama nedense internetten satın aldığımda gelen koliyi açıp, kitaplarıma kavuştuğumda yaşadığım his bambaşka. Kendine hediye göndermenin de duygusunu tatmış oluyor sanırım insan :)
Bu alışverişimde daha önce kitabevinde gördüğüm Robin SLOAN'ın "24 SAAT AÇIK KİTAPÇININ SIRRI" merakla beklediğim kitap oldu. Halihazırda okumakta olduğm Sherlock HOLMES- KIZIL SORUŞTURMA kitabı biter bitmez bu kitabı okumaya başlayacağım.
Diğer tercihimse Türk Edebiyatındaki en sevdiğim kalemlerden biri olan Ayfer TUNÇ'a ait olan "BİR DELİLER EVİNİN YALAN YANLIŞ ANLATILAN KISA TARİHİ" adlı kitabı. Ayfer TUNÇ ne yazsa okurum dediğim için bu kitabı almakta da tereddüt etmedim. Pek çok blokta da kitap hkıında güzel yorumlar okuyunca almamak olmazdı. Okunmayı bekliyor kendisi :)
Son kitapsa Ölümsüz ATATÜRK... Bazen bir isim bile kitabı almanızı sağlar. Bu kitap da bana göre öyle. Fakat ben bunu ablamın siparişi üzerine aldım ve kendisine teslim ettim. Güzel günlerde okusun :) Öğrendiğim kadarıyla kitap, roman kıvamında bir Atatürk biyografisi. Yer yer kendisinin psikolojik analizler de içeren kitap tam meraklılarına göre.
Daha şimdiden pek çok kitap aklımda, alınmak için bekliyor. Elimdekileri okuduktan sonra sıranın onlara gelmesi için sabırsızlanıyorum. İyi okumalar... :)
Ama nedense internetten satın aldığımda gelen koliyi açıp, kitaplarıma kavuştuğumda yaşadığım his bambaşka. Kendine hediye göndermenin de duygusunu tatmış oluyor sanırım insan :)
Bu alışverişimde daha önce kitabevinde gördüğüm Robin SLOAN'ın "24 SAAT AÇIK KİTAPÇININ SIRRI" merakla beklediğim kitap oldu. Halihazırda okumakta olduğm Sherlock HOLMES- KIZIL SORUŞTURMA kitabı biter bitmez bu kitabı okumaya başlayacağım.
Diğer tercihimse Türk Edebiyatındaki en sevdiğim kalemlerden biri olan Ayfer TUNÇ'a ait olan "BİR DELİLER EVİNİN YALAN YANLIŞ ANLATILAN KISA TARİHİ" adlı kitabı. Ayfer TUNÇ ne yazsa okurum dediğim için bu kitabı almakta da tereddüt etmedim. Pek çok blokta da kitap hkıında güzel yorumlar okuyunca almamak olmazdı. Okunmayı bekliyor kendisi :)
Son kitapsa Ölümsüz ATATÜRK... Bazen bir isim bile kitabı almanızı sağlar. Bu kitap da bana göre öyle. Fakat ben bunu ablamın siparişi üzerine aldım ve kendisine teslim ettim. Güzel günlerde okusun :) Öğrendiğim kadarıyla kitap, roman kıvamında bir Atatürk biyografisi. Yer yer kendisinin psikolojik analizler de içeren kitap tam meraklılarına göre.
Daha şimdiden pek çok kitap aklımda, alınmak için bekliyor. Elimdekileri okuduktan sonra sıranın onlara gelmesi için sabırsızlanıyorum. İyi okumalar... :)
Etiketler:
ATATÜRK,
AYFER TUNÇ,
BİYOGRAFİ - ANI,
D&R,
KİTAP,
KİTAP ALIŞVERİŞİ,
OKUDUKLARIM,
roman
9 Şubat 2015 Pazartesi
SAVAŞIN ÇIĞLIĞI: "LEYLA"
Takvimler 1992 yılının Nisan ayını gösterdiğinde dünya gözünü Bosna'ya çevirmişti. Bağımsızlıkla gelen ve 3,5 yıl boyunca ülkenin tüm halkını etkileyecekti. Savaşanlar canından olacak ya da sakat kalacak; evde bekleyen kadınların çoğu tecavüz kamplarına alınıp çeşitli işkence ve tacizlere maruz kalacaktı.
Yalnız istediğini gören, istediğini duyan "büyük" güçlerse uzaktan seyredecek; güvenli bölge ilan edecekleri Srebzenitsa zamanı geldiğinde bombalara ve ölümlere meydan olacaktı.
Tüm bu olayların, ölümlerin ortasında her zamanki gibi olan kadınlara olacaktı. Bu kadınlardan biri de Leyla idi.
....
Arkadaşımın hediye ettiği kitapla tanıdım Leyla'yı. Yaşanmış hikayeler özellikle ilgimi çektiği için sabırsızlıkla okumaya başladım kitabı. Ve bir anda kendimi Leyla'nın gözünden Bosna'ya, katliama bakarken gördüm. Okurken, hemen her sayfasında "Keşke sadece kurgudan ibaret bir kitap olsaydı" dedim, keşke yaşanmasaydı. Ama yaşandı hem de yanı başımızda, dünyanın gözleri önünde. Bosna'da Irak'ta, Afganistan'da... Leylalar her yerde oldular. Savaşların acılarını da en çok onlar yaşadılar.
Kitapta hikayesi anlatılan Leyla'nın tek suçu, bulunmaması gereken bir zamanda, bulunmaması gereken bir yerde olmasıydı. Ne yazık ki savaşın ortasında kaldı. Daha da kötüsü toplama kampına alındı.
Kitapta bir insanın (özellikle kadınların) yaşayabileceği en kötü anlara şahit oluyorsunuz. Gerçek bir yaşam öyküsüne tanık olmak ve "Leyla"yı anlamak adına okumanızı tavsiye ederim.
...........................................................................................................................................
YAZAR: Alexandra CAVELİUS
YAYINEVİ: Pegasus Yayınları
ÇEVİREN: Firuzan GÜRBÜZ
SAYFA: 280
Yalnız istediğini gören, istediğini duyan "büyük" güçlerse uzaktan seyredecek; güvenli bölge ilan edecekleri Srebzenitsa zamanı geldiğinde bombalara ve ölümlere meydan olacaktı.
Tüm bu olayların, ölümlerin ortasında her zamanki gibi olan kadınlara olacaktı. Bu kadınlardan biri de Leyla idi.
....
Arkadaşımın hediye ettiği kitapla tanıdım Leyla'yı. Yaşanmış hikayeler özellikle ilgimi çektiği için sabırsızlıkla okumaya başladım kitabı. Ve bir anda kendimi Leyla'nın gözünden Bosna'ya, katliama bakarken gördüm. Okurken, hemen her sayfasında "Keşke sadece kurgudan ibaret bir kitap olsaydı" dedim, keşke yaşanmasaydı. Ama yaşandı hem de yanı başımızda, dünyanın gözleri önünde. Bosna'da Irak'ta, Afganistan'da... Leylalar her yerde oldular. Savaşların acılarını da en çok onlar yaşadılar.
Kitapta hikayesi anlatılan Leyla'nın tek suçu, bulunmaması gereken bir zamanda, bulunmaması gereken bir yerde olmasıydı. Ne yazık ki savaşın ortasında kaldı. Daha da kötüsü toplama kampına alındı.
Kitapta bir insanın (özellikle kadınların) yaşayabileceği en kötü anlara şahit oluyorsunuz. Gerçek bir yaşam öyküsüne tanık olmak ve "Leyla"yı anlamak adına okumanızı tavsiye ederim.
...........................................................................................................................................
YAZAR: Alexandra CAVELİUS
YAYINEVİ: Pegasus Yayınları
ÇEVİREN: Firuzan GÜRBÜZ
SAYFA: 280
28 Aralık 2014 Pazar
SADİZMİN BABASI : "Marquis De Sade"
Sadizm, sadist... Gün içinde pek çok kez duyduğumuz ya da kullandığımız kelimelerdendir.
Kullanırken de öylesine ağzımızdan çıkıverirler. Öyle ya, dilimize pelesenk kelimelerdendir, öylesinedir...
Peki "sadizm" nereden gelmektedir, isim babası kimdir?
Sadizm, ömrünün 13 yılını akıl hastanesinde geçiren bir Fransız aristokrat ve aynı zamanda yazar olan Marquis De Sade'dan gelmektedir. Yazarı gerek döneminin gerekse kendinden sonraki yazarlardan ayıran özelliği ise eserlerinde şiddet ve pornografiye yer vermesidir. Eserlerinden ötürü adı "Sadizm" kavramı ile özdeşleşmiştir.
Sade kitaplarında kişiler arası ilişkilerde insanın insansal yanı bir kez yitirildiğinde neler olabileceğinin bilgisini verir. Kişiler arası ilişkilerde insanın sahip olduğu onur bir yana bırakıldığında ortaya çıkan yeni ilke , kendi yararını koruma sonuna kadar götürülecek olursa; zorunlu olarak "sadizme" varılır. Yani insandaki insansal olan tek şey doğaysa, doğrudan doğa nedenselliği insan türünün yapıp etmelerini belirliyorsa, insan olmak cani olmayı da beraberinde doğal olarak taşır.*
Ankara Tatbikat Sahnesi'de yazarın son dönem akıl hastanesi günlerini konu alan bir oyunla izleyici karşısına çıktı. Devlet Tiyatrolarında izleyemeyeceğimiz cesarette bir senaryo ve kurguyla izleyicisini büyülemeye devam edecek gibi de görünüyor.
Konu Marquis De Sade olunca, elbetteki oyun sert bir şekilde ilerliyor. Bu sebeple oyuna gideceklerin bu sertliğe ve açıklığa hazır olarak gitmesi gerekebilir.
Oyunda Marquis De Sade rolünde son dönem tiyatronun başarılı ismi Durukan ORDU bulunuyor. Ve bu zor aynı zamanda oynamanın cesaret isteyeceği rolü başarıyla yerine getiriyor.
Oyunda yer alan diğer isimlerse Devlet Tiyatrolarının önemli oyuncularından Buğra KOÇTEPE ve Mithat ERDEMLİ.
Oyunun Genel Sanat Yönetmenliğinde ise Erdal BEŞİKÇİOĞLU bulunuyor. Başarılı isimlerin yanında kostümler, müzik, ışık ve dekor da mükemmel olunca başarılı bir oyun kaçınılmaz oluyor.
Tiyatro da farklı bir tat deneyimlemek isteyenler Tatbikat Sahnesi oyunlarını takip edebilirler.
Sahneyle ilgili olumsuz tek eleştirim ise sandalyelerin plastik ve salonun soğuk olmasıydı. Bu oturma düzeni geçici mi olacak yoksa tiyatronun ruhunu mu oluşturacak! ilerleyen sezonlarda göreceğiz.
İyi seyirler...
*Yazı Wikipedia'dan alınmıştır.
Kullanırken de öylesine ağzımızdan çıkıverirler. Öyle ya, dilimize pelesenk kelimelerdendir, öylesinedir...
Peki "sadizm" nereden gelmektedir, isim babası kimdir?
Sadizm, ömrünün 13 yılını akıl hastanesinde geçiren bir Fransız aristokrat ve aynı zamanda yazar olan Marquis De Sade'dan gelmektedir. Yazarı gerek döneminin gerekse kendinden sonraki yazarlardan ayıran özelliği ise eserlerinde şiddet ve pornografiye yer vermesidir. Eserlerinden ötürü adı "Sadizm" kavramı ile özdeşleşmiştir.
Sade kitaplarında kişiler arası ilişkilerde insanın insansal yanı bir kez yitirildiğinde neler olabileceğinin bilgisini verir. Kişiler arası ilişkilerde insanın sahip olduğu onur bir yana bırakıldığında ortaya çıkan yeni ilke , kendi yararını koruma sonuna kadar götürülecek olursa; zorunlu olarak "sadizme" varılır. Yani insandaki insansal olan tek şey doğaysa, doğrudan doğa nedenselliği insan türünün yapıp etmelerini belirliyorsa, insan olmak cani olmayı da beraberinde doğal olarak taşır.*
Ankara Tatbikat Sahnesi'de yazarın son dönem akıl hastanesi günlerini konu alan bir oyunla izleyici karşısına çıktı. Devlet Tiyatrolarında izleyemeyeceğimiz cesarette bir senaryo ve kurguyla izleyicisini büyülemeye devam edecek gibi de görünüyor.
Konu Marquis De Sade olunca, elbetteki oyun sert bir şekilde ilerliyor. Bu sebeple oyuna gideceklerin bu sertliğe ve açıklığa hazır olarak gitmesi gerekebilir.
Oyunda Marquis De Sade rolünde son dönem tiyatronun başarılı ismi Durukan ORDU bulunuyor. Ve bu zor aynı zamanda oynamanın cesaret isteyeceği rolü başarıyla yerine getiriyor.
Oyunda yer alan diğer isimlerse Devlet Tiyatrolarının önemli oyuncularından Buğra KOÇTEPE ve Mithat ERDEMLİ.
Oyunun Genel Sanat Yönetmenliğinde ise Erdal BEŞİKÇİOĞLU bulunuyor. Başarılı isimlerin yanında kostümler, müzik, ışık ve dekor da mükemmel olunca başarılı bir oyun kaçınılmaz oluyor.
Tiyatro da farklı bir tat deneyimlemek isteyenler Tatbikat Sahnesi oyunlarını takip edebilirler.
Sahneyle ilgili olumsuz tek eleştirim ise sandalyelerin plastik ve salonun soğuk olmasıydı. Bu oturma düzeni geçici mi olacak yoksa tiyatronun ruhunu mu oluşturacak! ilerleyen sezonlarda göreceğiz.
İyi seyirler...
*Yazı Wikipedia'dan alınmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)